Güçlü ve zayıf

Güçlü ve zayıf

İklim ve coğrafi koşullar canlıların güçlü ve zayıf yönlerinin oluşmasında etkili olmuştur. Bitkilerin yapraklarının iri ya da küçük oluşu, hayvanların uzun boylu ya da kısa oluşu hep buna bağlıdır. İnsan ırkı da yine iklim ve coğrafi koşullara bağlı olarak günümüzdeki şeklini almıştır. Beynimiz geliştikçe dört ayağa ihtiyaç duymamaya başladık. Arka ikisinin üzerinde dengede durmayı öğrendik. Böylece ön ikisi ile hayatımızı kolaylaştırıcı aletler yaptık. Ektik. Biçtik. Daha korunaklı barınma alanlarını inşa etmeyi başardık. İnsanlık yeni şeyler öğrenip icat ettikçe tabiattan uzaklaştı. Günümüz modern insanı evindeki iki üç bitkisi, akvaryumdaki balığı, kedisi, köpeği ile doğadan uzak güvenli barınağında izole bir hayat sürdürüyor. Çünkü aslında biliyor ki tabiatın en güçsüz canlısı kendisi. Ne çok soğuğa ne de çok sıcağa dayanıklı. Duyu organlarının algısı çevresi ile sınırlı. Ne kediler gibi karanlıkta keskin görüş açısı var. Ne de köpekler gibi tehlikeyi önceden hissedebilir ya da koklayarak bir şeyi bulabilir.

Evcilleştirmenin işte tam da bu noktadan başlamış olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü zeki insan tarihin her döneminde zayıf yönlerini, başka canlıların güçlü yönleri ile dengelemeye çalışmıştır. At arabalarını hatırlayalım. Böylece yürüyerek kat ettiği mesafeyi nasıl da azaltmayı başardı insan değil mi? Özellikle köpeklerin güçlü yönlerini tarih boyunca kullanmışız. Çünkü onların güçlü olan yönleri bizim zayıf özelliklerimizi çok iyi dengeliyor. Üstelik çok da dostlar. Azıcık yiyecek veren bir insan gördü mü ömrü boyunca ona sadık kalıyor! Bu can dostlarımız, en çok da deprem ya da bir afet anında bizlerin yardımına koşuyor. Uyuşturucu ile mücadelede de yine narkotik ekiplerinin en iyi arkadaşı onlar. Çocuklarımıza kardeş, engelli vatandaşlarımıza göz oluyorlar.

Peki bu kadar sevecen ve binyıllardır bizlerle birlikte yaşayan bu canlar ne oluyor da vahşileşiyor? Sokaklarda korkulan uzak durulan canlılar haline geliyor? Çevre ve Hayvan Dostları Derneği Başkanı Sayın Gamze Benzer ile bu konuyu öğrenmek için iletişime geçtim. İlettiği bilgileri sizler için derledim. Kendisine teşekkür ederim.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, sokak hayvanlarının saldırgan olması toplumumuzun bir suçudur. Bunun içinde hayvanseverler de var. Yerel yönetimler de bakanlıklar da. Bizler birlikte örgütlenemiyoruz. Her kafadan bir ses çıkıyor. İşini çok iyi yapan yerel yönetimler, bakanlıklar var. Hepsine teşekkür ederim. Fakat bunlar yeterli değil. Belediyeler Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlıdır. Her birim kanunda kendisine tanınan yasal sınırlar ölçüsünde hizmet verebilir. Sorun tam da bundan kaynaklanıyor. Şöyle ki, il belediyelerinin genellikle barınakları, veteriner hekimleri ve konusunda uzman personeli bulunuyor. Fakat her ilçenin barınağı ve dolayısıyla personeli yok. Böyle olunca bütün iş çoğu zaman barınağı olan en yakın ilçeye ya da il belediyesine düşüyor. Onlar da her bölgeye her mahalleye yetişemiyorlar. Bu noktada hayvanseverler ve sivil toplum örgütleri devreye giriyor. Gönüllüler, özel klinikler ile anlaşarak gerekirse masrafları da kendi ceplerinden ödeyerek anlık sorunları çözmeye çalışıyorlar.

Saldırganlık meselesi ile ne alakası var bu anlattıklarının diyeceksiniz. Çok alakası var. Çünkü genellikle il, ilçe, bakanlık, sivil toplum örgütleri planlı ve örgütlü çalışamamaktadır. Neden? Çünkü her gün yeni bir vaka oluyor. Günlük bu vakaları çözerken asıl yapılması gereken işler aksıyor. Sokak hayvanları popülasyonunun artmaması örgütlü çalışmaya bağlıdır. Hayvanlar, aşılama, kısırlaştırma, rehabilite ve tedavileri düzenli yapılmadığı için saldırgan oluyorlar. Her gün yeni vakalar geldiği için bu düzenli yapılması gereken işler aksıyor.

Saldırganlıklarının ilk sebebi cinsel istismara uğramaları ve şiddet görmeleri. Ayrıca hayvanseverler bir hevesle evlerine yavru köpek alıyorlar. Bir süre sonra evde bakımın hiç de kolay olmadığını anlıyorlar. Bakamayacak noktaya geldiklerinde sokağa terk ediyorlar. Bu hayvanlar terkedilmenin üzüntüsü ve hayal kırıklığı içinde sokaklarda alışmadıkları bir ortamda yiyecek bulmaya çalışıyorlar. Sokakta onlardan korkan insanların kötü muamelesi ile karşılaşıyorlar. Hayvanlara taş atılıyor, sopayla kovalanıyor. Silahla vuruluyorlar. Zehirleniyorlar. Bu gibi sebepler hayvanların çeteleşmesine sebep oluyor. Birlikte yaşam mücadelesi veriyor ve yiyecek bularak hayatta kalmanın yollarını arıyorlar.

Sokak hayvanları popülasyonun artmasının sebebi köpek üretim merkezleri ve petshopların düzenli denetlenemiyor oluşudur. Tarım ve Orman Bakanlığı bu denetlemeleri yeterince yapamıyor. Köpek üretim merkezleri yasaklanmalıdır. Biz hayvan üretmiyoruz diyen çoğu petshop perde arkasından hayvan üretiyor. İl, ilçe belediyeleri sokak hayvanları için bütçe ayıramıyor. Barınağı, veteriner hekimi, personeli olmayan belediyeler var. Bu belediyeler tabi ki sorunları çözebilecek yapıları bulunmadığı için yetersiz kalıyorlar. Ayrıca kırsal bölgelerde yaşayan, hayvancılık ile geçinenler, müstakil evde oturanlar, inşaat alanlarında güvenlik için köpekler besliyorlar. Bu hayvanlar çiftleştiriliyor. Sağlıklı olanları seçilip yine güvenlik için kullanılıyor daha cılız olanlar çuvallara koyulup boş arazilere, ormanlık alanlara bırakılıyor. Bunun önüne geçilmesi gereklidir. Halka bu konuda eğitim verilerek işe başlanmalıdır.

Sorunların çözümleri aslında çok basit: Üretim çiftliklerinin yasaklanması ve bu işlerin denetimli yapılması, halkın bilinçlendirilmesi ve sokaktaki hayvana nasıl davranılacağının öğretilmesi, acilen ve ivedilikle kısırlaştırılmanın bütün ülkede aynı anda ve hızda yapılmasının sağlanması, hayvanını sokağa terk edenlere ağır cezaların uygulanması.

Biz Çevre ve Hayvan Dostları Derneği üyeleri olarak her yere yetemiyoruz. Bizim misyonumuz sokaklardaki hayvanları toplamak, kaza geçirmiş hayvanların tedavilerini üstlenmek ya da kaybolmuş hayvanları bulmak değil aslında. Bu ve bunun gibi hizmetleri kanunlarla yetki ve sorumlulukları belirlenmiş kurum ve kuruluşlar yapmalıdır. Bizim misyonumuz çevremizdeki haksız, hukuksuz uygulamalar var ise toplumu bilinçlendirmek ve harekete geçirmek için ses yükseltmek, farkındalık oluşturmaktır. Tabi ki hepimiz maddi manevi bu konuda hizmet veren kuruluşların yanındayız. Fakat bu çıkartılmak istenen yasa nedeniyle karşı karşıya geldik. Toplumun bilinçlenmesi ve bu konuda hep birlikte ortak bir fikir birliği çerçevesinde hareket etmek çok önemli diye düşünüyorum….

Sevgili okuyucularım, bana ayrılan bölümün sonuna geldim. Gamze Hanım’ın söyledikleri bu kadar ile sınırlı değil. İl ve ilçe belediyeler, Tarım ve Orman Bakanlığı ve diğer kurum ve kuruluşlar için de görüş ve önerileri var. Ayrıca size söz verdiğim Osmanlı döneminde yaşanan Hayırsız ada Vakası ve diğer konuları da yarın sizler için yazmaya devam edeceğim. Hepiniz sağlıcakla kalın.

Berna DEVECİ

BFDK Üyesi

https://www.okurmedya.com/yazar/berna-deveci/www-139-kose-yazisi

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*